8 Nisan 2011 Cuma

tatmin olmak üzerine


YÖK başkanı Yusuf Ziya Bey de yaptı şifre açıklamasını.
Eleştirdi mi,
kuşkuyla mı yaklaştı,
bir şaibe olabilir mi dedi,
savcılar duruma el korsun diye mi önerdi,
nedir bu şifre rezaleti diye YÖK'ü ayağa mı kaldırdı?
Hayır!
Kendisi "ikna olmak"tan öteye geçerek "tatmin oldu"!
Ama, efendim
sizin oradaki varlık nedeniniz başka ne olabilir ki?
Hatırlayınız iki Akp'linin aralarındaki o konuşmayı, hani siz yeni gelmiştiniz göreve, hani mikrofon açıktı...
Durun ben hatırlatayım:

"Unakıtan’ın, kahvaltılı basın toplantısında Müsteşarı Aktan ve Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci ile konuşmaları mikrofonlara yakalanmıştı. Kilci ile, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ’ın talebi üzerine Türkiye Denizcilik İşletmeleri ’ndeki görevden alma operasyonunu konuşan Unakıtan, Müsteşarı Aktan ile YÖK hakkında şunları konuşmuştu:

-Aktan : Yeni YÖK Başkanı’nın havası değişmiş, gayet güzel sözler söylüyor.

-Unakıtan: İsterse söylemesin.

-Aktan : Bu ortamdan faydalanıp üniversite reformunu da yaparsak hükümet olarak sayın bakanım , çok ciddi başarı olur… 300 milyona yakın üniversitelere iyileştirme yapıyoruz yıllık. Gülüp oynasınlar. Daha sesleri çıkmaz. Tarifeyi de ufak bir rötuşla geçiştiririz böylece."

GAK ulan, alayınıza GAK!!! Hem de guk'lamadan GAK!

Bak yine asabım bozuldu!

7 Nisan 2011 Perşembe

bu da gazeteci


Aşağıdaki şu medhiyenin sahibi Zaman gazetesinden biri, İbrahim Öztürk! İnsanın helal sana, diyesi geliyor. En azından adam gayet net bir biat içinde, ne güzel! Yazının ikinci bölümündeki o sitem de aslında belli bir nazın biatı veya baitın nazı ya da cilveli biat...

"Şimdi Cumhurbaşkanımız ile bir kez daha aynı seferdeyiz. Bir büyük uçak dolusu heyeti tek tek dolaşıp selamlarken, uzaktan imrenerek, gıpta ederek, gurur duyarak onu seyrediyordum. Ne kadar çok seviyor halk onu. 'Allah da seviyor ki kullarına da sevdiriyor' diye düşündüm içimden.
İnsanlar ona dua ederken, teşekkür ederek gözleri dokunsan ağlayacak bir samimiyetle dolu, dudakları kıpır kıpır. Biri 'iletmezsem vebal altında kalacağım, eşimin selamı var, annem de yanaklarınızdan öpüyor' dedi.
Devletin başındaki bu kişi de adeta 'ailesinin yanında' rahatlığı içinde. Kimi işadamını doğrudan tanıyor, kimini sektöründen, kimin ailesinden, kimini simasından, kimini şehrinden. Siz benim yerimde olsanız yedi senede yurtdışına sadece 'kazara ve ittirmece' olarak bir kere çıkan, ülkesi krizden krize sürüklenirken adeta 'bana ne, maaşım da makamım da iyi' der gibi duyarsız davranan, duyarsız davranmak ne kelime, halkı ezmek üzere oligarşinin emrine giren Ahmet Necdet Sezer ile bu görüntüyü karşılaştırmaz mısınız?
Milleti için parmağını kıpırdatmadı ancak kırmızı ışıkta durdu, manavda alışveriş yaptı, geyikleri ile Ergenekon entelektüelleri tarafından yere göğe sığdırılamadı. Ömrün kırmızı ışıkta beklemekle geçse ne olur? Nerede neyi temsil ediyorlar! Tarih ve talih onların yeşil ışığını zaten hiç yakmadı! Yine benzinleri bitti ancak yol alarak değil, bekleyerek! Kalkınma iman, itibar, güven, heyecan ve motivasyondur.

Gözlemlere devam edeceğim ancak konuya geleyim. Uçaktan indiğimizden bu yazıyı kaleme aldığım şu vakte dek Cumhurbaşkanı'nı göremiyoruz. Sayın Gül 'bir kısım' gazeteci ile sohbet etmiş, bizim haberimiz yok. Çözülen konuşma metni de ayrıca bize verilmedi. Sahi, gazeteciysem neden gazetecilerle sohbete çağrılmadık?(Editörün notu: Güzelim, sen gazeteci değilsin işte, başka bir şeysin, bu başka bir şeyliği kendi satırlarında ara istersen...) Zaman yazarı sıfatıyla bu geziye katılmama rağmen toplantıya niçin çağrılmadım? (Bak hala soruyorsun! Editörün diğer notuydu bu!)Bu soruya maalesef tatmin edici bir cevap alamadım.

Endonezya'da ben ve çevremdeki bir grup gazeteciye garip bir akreditasyon uygulandı. Beni davet eden irade ile bu ayrımcılığı yapan irade farklı mı, anlamadım? Cumhurbaşkanı Gül'ün çevresinde neler oluyor? Cumhurbaşkanı'nın etrafına kim ya da kimler etten duvar örüyor? En kötüsü de size haber geçemedim. Zaman okurlarının haber alma hakkını ihlal edenlere makul bir gerekçeleri olup olmadığı sorulacağı ümidi ile bu faslı kapatıyorum."

Orada vaziyet böyle, adamlar hem övüyor yetmez ama bir de yeriyor; arada tosta kaşar olmuş vaziyette, ikisini birden yapamayınca biatının galiba kendince bir anlamı kalmıyor...
Vah ki ne vah,
yahu bunlar da gazeteci...

6 Nisan 2011 Çarşamba

ikna olmak üzerine


Şimdi orada bir cephe,
bilmem ne cephesi
şu şaibeli sınavın arkasında
Bizans surları gibi duruyorlar, önünde mi desem?
Yandaş medyasından, tetikçi basınına kadar,
vekilinden bakanına kadar,
hepsi bir koro...

haddizatında dayanışma güzel şey...

Bir yasal araştırma söz konusuyken neden böyle açıklamalar geliyor ben anlamadım, anladım da anlamadım, sonra sınavdaki o pozitif ayrımcılık martavalı... bunu da anladım ama anlamadım... 6 okul dolusu kız öğrenci... Niye ki?

Derken durumu protesto eden gençler polislerce itinayla coplanıyor, dövülüyor, tekmeleniyor... Bari bunu yapmayın. Bırakın çocuklar kendi gazlarını kendileri alsınlar, sonra da ikna olmuş bir ruh dinginliğiyle evlerine dönsünler... Bakın o dövdüğünüz gençler çok yakında gidip oy kullanacak, ona göre...