28 Şubat 2011 Pazartesi

Onur Caymaz'dan


Adnan Menderes Bir Neydi?

Darbeci, ulusalcı, statükocu değilim, bunca kirletildiği bir ortamda demokratlığı da almayayım; devrimci yeterli. Önceden bilinsin ki yazıya geçebileyim, zira konu hassas: Menderes.

Evet. Seçilmiş, haksız şekilde yargılanıp darbe marifetiyle asılmış bir liderdi Menderes. Üstelik sonu hazin hikâye: Bin türlü saçma sapan dava, bel altı vurmalar... Türkiye’nin utanç tarihinden tuhaf bir yaprak... Yassıada görüntülerinin nasıl da fena olduğu malumdur, amenna. İyi de Türkiye’nin önemli kırılma noktalarından birinde duran, Kemalist yapının ilk itirazcısı bu siyaset adamının öyküsü bu kadar mı?

Nâzım Hikmet’e bakalım önce:

“Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey / iki elinizle okşarsınız, / iki tombul, / iki ak, / vıcık vıcık terli iki elinizle / okşarsınız pomatlı saçlarınızı, / dövizlerinizi, / ve memelerini metreslerinizin.” Tabii bizim Hikmet, belediye şairi, 'usta' yancısı, meyhane kumkuması, kafası çok karışık bir kolej bebesi olmadığı için yaşadığı dönemin en ünlü figürlerinden birine bunca sert bir dille saldırabilmiş. İyi de bunlar niçin yazıyorum?

Hatırlatmak istedim;

zira Adnan Menderes kimi mecralarda devrimci olarak anılıyor artık... Bugün adı en bilinen, en çok örnek alınan, hatta Tayyip Erdoğan’ın bile kendisiyle özdeşleştirdiği, bu ülkenin Özal’dan sonra başına gelen en kötü şeylerden biridir Adnan Bey, fakat devrimci deniyor! Devrimci, içi öyle kolayca boşaltılacak bir sıfat mı?

Amerikalı beyaz adam,

Kızılderililere yaptığının unutulması için Cherokee’yi jip adı, Tomahawk’ı füze eylemiştir. Siyasetin, gündeliğe kattığı anlamlara dil yoluyla ulaşılır. Kelimelerin içi boşaltıldığında yavaş yavaş hatırası da kaybolur. Nasıl ki Godard’ın yönetmen olduğu yerde Özcan Deniz sinemacı sayılmamalıysa; İbrahim Kaypakkaya’nın olduğu yerde de Cezayir savaşında Fransa’yı desteklemiş Menderes devrimci sayılamaz. Gülerler adama.

1950’nin son gününde,

o kar kıyamette, Amerikan ordusuna uşaklık etmek için Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesini protesto eden Behice Boran’ı, Sinan Cemgil’in babası Adnan Cemgil’i hapse attıran Menderes mi devrimci? Gülerler.

Şu 'demir ağlarla' ördüğümüz yurdumuzun ilk yıllarını düşünün! Nuri Demirağ’ı bileceksiniz; müteşebbis, önü açılsa dolu şey yapabilecek biri. Yapacaktı yani... Zira İnönü de, büyük devrimci Menderes de hep yoluna çıkar Demirağ’ın. Kurduğu uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir Tank ve Kırıkkale Silah Fabrikaları, NATO standartlarına uymadığı için Menderes döneminde kapatılır. Hatta tek parti yıllarında kurulan kimi traktör ve basma fabrikaları da... Adam devrimci tabii! 1954’te yabancılara petrol arama ve çıkarma izni veren bir devrimci, ama olsun.

Devrimci canım!

Hani 50’lilerde, ABD Genelkurmay Başkanı Bradley, Ruslara karşı ileri karakol hattımızı Toroslar olarak görürdü hani... Ola ki Rusya Türkiye’yi işgal edecek olurdu, buna karşı bir gerilla harekatı yapmak gerekirdi falan; bu yüzden döneminde NATO’nun da isteğiyle komünizmle mücadele için Seferberlik Tetkik Kurulu (sonraki adı Özel Harp Dairesi) kurduran devrimci... Siz de!

1954 ile 1958 yılları arasında 238 gazeteciyi iktidara karşı yazı yazmakla suçlayan devrimci! Samim Akay’ın 'Vur Abasız’a adlı mizah dergisinin başında, “Sahibi hapishanede olmadığı zamanlar çıkar” yazardı; hey koca devrimci Menderes, az daha kesin oradan da Bolşevik diyelim adama!

9 Haziran 1960,

Turan Emeksiz (onu sadece vapur mu sandınız?) ve Nedim Özpolat’ın naaşları Cerrahpaşa’dan alınır. Kalabalık uğultuların bir ağızdan söylediği türkü: “Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler / Bu vatan size kalır mı?” Saat 12 sularıdır, İstanbul’daki birçok camiden sala veriliyor. Sultanahmet’te cenaze namazı. Her yer pankartlarla, afişlerle sarılı. Orada bir yazı: “Bu genç şehitlerimiz senin yüz karandır Menderes.” İşte o yazıdaki devrimci!

Kesmedi mi?
6-7 Eylül olaylarının olduğu gece “Efkâr-ı umumiye bu olaya hazırdı. Mürettibini aramak gerekmez,” diyen; sonra da hazır mürettip bulunamamışken arada şu komünistleri bu sayede içeri tıkayım diye Aziz Nesin’i, Nihat Sargın’ı, Kemal Tahir’i, Asım Bezirci’yi içeri tıkan devrimci. Sonra Kıbrıs Türktür dernekleri, Vatan Cepheleri falan... Partisine oy çıkmadığı için Kırşehir’i ilçe yapan, odunu aday gösterse vekil eylerim diyen, profesörleri 'kara cüppeli' bilen!

Hakkını da yemeyelim bak.
Büyük faydaları vardı Menderes’in: Bir Vatan Caddesi (ki bu bulvar için yıkılan yerleri saymayın, geçin), bir de Türkçe ezanın kaldırılması. Şükür! Fakat bu şahsiyetin ya da başbakanımızın devrimciliğinden bahsedecekler yine de yavaş gelsin. Anlıyoruz ezikler, tarihlerinden az da olsa pırıltılı bir şey çıkarmaya çalışıyorlar, solun büyük mirasında gözleri var fakat en azından Türkiye’de sağın mazisi işbirlikçiliktir, kandır, işkencedir. O iş o kadar kolay değil, âlemi güldürmesinler kendilerine.

Nâzım ile başlamıştık; Necip Fazıl’ın, büyük devrimcinin ardından yazdıklarıyla bitirelim; farka dikkat edersiniz artık: “Şu ters akan sular çevrilemez mi? / ne güne dek böyle gider bu devran? / zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran! / kır at zincirlenmiş, ufuk sahipsiz...”

Az daha pırıltı isteyenlere Fazıl’ın Ayasofya konuşması ve örtülü ödenek davaları önerilir. Günde üç kere, tok karnına!

23 Şubat 2011 Çarşamba

vize


Malezya vizeyi bize kaldırıyormuş,
Şahane,
Başımız göğe erer gayri...

Fakat, beri yanda
Başbakanımız ısrarla
İstanbul vizesi istiyor,
kimden?
Kendi vatandaşından!
Ve ayrıca sormak gerekmiş;
Efendi sen İstanbul'a neden geldin
kime geldin
kimle geldin
nasıl geldin vs...

Bu daha da şahane!

Birkaç Karga bir araya gelsek de buna gülsek...

22 Şubat 2011 Salı

kaddafi, libya, osmanlı, işçiler


Sanırım 70'lerin sonuna doğru, ilk Türk işçileri Libya'nın yolunu tutar. İşçi dedik zaten, çalışmak için elbette, Kuzey Afrika seyahati filan değil amaç.
Ekmek parası...
Tam da o sıralarda Ruhi Su, ne güzel söyler, epeyce de efkarlı söyler;

"sığmazken atalarım düne yarına
düşmüşüm ben düşmüşüm el kapılarına..."

Tabi bu Almanya ile başlayan bir dramın hem tarihsel hem ekonomik hem de işin insani yanını tahlil eden bir türküdür.
El Kapıları...

Evet,
Libya'ya çalışmak için Türkiye'den işçiler gider,
Tam da o sıralarda Kaddafi şöyle söyler,
Alın, size Osmanlının torunlarını köle olarak getirdim.
İsteyen bu cümle üzerine roman yazsın.
Hayır, derdim Osmanlıcılık filan değil, Osmanlı umurumda bile olmaz.
Derdim;
1)İnsanını yurdışında çalışmak zorunda bırakan ülkeler, hükümetler...
2)Çalışmak için yurdışına gitmek zorunda kalan insanlar...
ve o basiretsiz hükümetlerin insanlarına reva gördüğü haller...
Sahi, O Kaddafi ki bir dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını çadırında nasıl ağırlamıştı(!)...
Bir de şimdiki başbakanımıza bir Kaddafi ödülünün verilişi söz konusudur... Uzun mevzular ve ayrı bir yazının konusudur bunlar...
Geçelim...
Konumuz el kapıları, Kaddafi ve onun bu yana bakışı...
Şimdiki zaman itibariyle, Libya'da 25 bin Türk işçisinin olduğu söyleniyor. Libya'da 25 bin işçimiz, Kaddafi'ye göre 25 bin Osmanlı torunu ve 25 bin köle...
Nereden baksan dramatik bir durum...

18 Şubat 2011 Cuma

karganame


Yolda yürürken
bir karga
arkanızdan gaklarsa:

Arkasından
koştuğunuz
şeyler
muhakkak sizin olacak...

16 Şubat 2011 Çarşamba

bilge karga ile sefil tilki


[Karga ile Tilki Hikâyesi’nin Gerçeğini Hikâye Ederiz]

Efendim, Karga ile tilkinin hikâyesi hakikatte şöyledir:
Bizim Karga rakı masasına gidecektir, ahbaplarla nevale hazır edilmiştir. Bizimki de bakar çilingir sofrasına, Ezine Peynir eksiktir.
Olmaz, der, bir kanatta gider alır gelirim. Nedir ki, kuş uçuşu 500 km’dir.
Gider, alır. Lakin dönüşte pek yorgun düşer. Eh, onca senenin Kargasıdır, yaş gelmiştir, kemale de ermiştir, gençliğin körük ciğeri vs haliyle yoktur, bir de son zamanlarda sigarayı filan artırmıştır.
Şu kuru dallarda bir soluklanayım der kendine.
Yakar bir filtresiz bu arada. Tam da o sırada sefil tilki geçiyordur.
Her kurnaz gibi sefil bir mahlûk!
Efendime söyleyeyim, görür tabi bizimkini nefis kokulu Ezine ile. Kurar zavallı senaryosunu. Yok şarkıdır, türküdür, sendeki ne güzel bir sestir; olmadı evde çocuklar aç biilaçtır, yengen vallah hastadır, üç gündür eve bir lokma girmemiştir, yani…
Aslında yemez bu numaraları bilge Karga, ama insan evladıdır; ki son zamanlarda eski Yeşilçam filmlerini izlerken gözleri de dolmaktadır. Tamam bre adam, der. Sen al şunu, ama heder etme bak… Döner gider bir yarım kg daha alır.
Hikâyenin aslı budur.
O tilki dümbüğü de âlemde mevzuyu farklı konuşur.
La Fontaine de ona alet olur…
Evet, öğrendiniz şimdi işin aslını…

korkuluk


Scarecrow

“Kargalar aslında korkuluklardan korkmazlar,
Ama şöyle derler:
Şu Çiftçi John, ne iyi bir adam, bizi güldürmek için neler yapıyor.
Bu yüzden onun tarlasına konmazlar.

Aslında Kargalar korkuluklardan korkmazlar…”

[Al Pacino ve Gene Hackman’ın oynadığı 1973 yapımı enfes bir film olan “Scarecrow / Korkuluk”dan…]
__________________
___________
Director:
Jerry Schatzberg
Writer:
Garry Michael White
Stars:
Gene Hackman, Al Pacino and Dorothy Tristan

________________________________

15 Şubat 2011 Salı

kuzgun


"Gururlu sert havasına kara kuşun alışınca
Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
Gerçi yolunmuş sorgucun dedim, ama korkmuyorsun
Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin karasından;
Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm Kıyısından;
Dedi Kuzgun: Hiçbir zaman."

[Edgar Allan Poe]

der ki


Milan Kundera der ki;

“İyimserlik halkın afyonudur.”

...daha ne desin?
nokta

14 Şubat 2011 Pazartesi

buna kargalar bile güler


Çiftçiyi azarla,
Memura hiddetlen,
İşçiyi hırpala,
Profesörü tutukla,
Üniversiteyi fırçala,
Gençlere terörist de,
Muhalifi derdest et,
İşsizi aşağıla
Güçsüzü ez,
Yandaşa kıyak,
Çocuklara dayak,
Partiliye hibe,
Vatandaş heba,

Elâleme afiyet sıhhat, bize...

Sonra;

"Bizim siyasetimizde korku yok, korkutmak yok... tehditlerle ayakta kalma çabası yok... yaşam tarzına müdahale, yasaklama, kısıtlama yok. Bizim siyasetimizde istismar yok..."

Deniyor...
Biz de inanıyoruz.
Hani denir ya, buna kargalar bile güler.
İtiraz ediyorum, "bile" gereksiz burada,
buna kargalar güler,
çok güler,
en çok onlar güler,
azınlıkta kalacağını bile bile güler,
ama güler,
belki ağlamak ister de sadece güler...

kargalama 1


O karga var ya, delikanlı hayvandır. Hayvandır lafı ağır kaçtı. Kuştur. Ben şimdi ona hayvan deyince hakaret etmiş gibi hissettim. Bu yüzden kuş diye düzelttim. İyi mi ettim bilmem. Pozitif ayrımcılık yaptım galiba. Demek ki pozitif ayrımcık iyi bir şey... Her türlü ayrımcılığın olduğu ülkemizde pozitif ayrımcılık ehveni şerdir elbette. Yani kötünün iyisi... Ama “kötü” kategorisinde bir vaziyeti temsil eder neticede. O zaman bunun da iyi bir şey olmadığı anlaşılıyor hemencecik.
Ne diyordum ben? Karga diyordum, harbi bir varlık. Prensip sahibi, bilge bir kuş arkadaştır. Ama daha önce de dediğimiz gibi kuş beyinli değildir. Bu yönüyle kuş cinsinin üzerinde bir şeydir. Birçoğu, karganın en zeki hayvanlardan biri olduğunu kabul eder. Ben de o “birçoğu” grubuna dâhil ettim kendimi. Hatta orada kafaya oynarım bu inançla.
Bu sayfada sıkça paylaşacağız kral karganın toplum üzerindeki etkilerinin tahlillerini.
Karga!
Güzel hayvan. Hayvan dedimse o manada değil: ))

öfkeli karga soruyor



Başbakan Ordu’da şöyle diyor:

"Bizim siyasetimizde korku yok, korkutmak yok. Bizim siyasetimizde dedikoduyla, sanal korkularla, sanal tehditlerle ayakta kalma çabası yok. Başkalarının yaşam tarzına müdahale, yasaklama, kısıtlama yok. Bizim siyasetimizde istismar yok, kutsal değerleri, hassasiyetleri siyasete alet etmek yok. Bizim siyasetimizde karnından konuşmak, çark etmek, nabza göre şerbet vermek yok."

Bakınız;
Soner Yalçın OdaTv’de yayımlanan bir haber üzerine tutuklanıveriyor.
Torba yasa ile tarihin en büyük vergi affı geliyor, coşturuyor avantacıları.
Öncesinde sigara ve içki yasakları, fahiş zamları, neymiş; sağlıkmış…

Korku yok, korkutmak yokmuş,
Nabza göre şerbet yokmuş,
Yaşam tarzına müdahale yokmuş…

Her noktası çelişki,
Gülsem mi ağlasam mı?
Efendim?

bir parça daha Mısır


Devrilip giden Mübarek'in daha üç ay önce (rakamla 3) ezici bir oy çokluğuyla iktidara tekrar tekrar geldiğini biliyor muydunuz?
Şahsen bu kadar yakın bir tarihi bilmiyordum.
Üç ay önce kralsın şimdi kırılırsın, ya Mübarek.
Muhtemelen aynı yolun yolcularıda sana nehrin bu yakasından akıl hocalığı yapar.
Üç ay önce be sadece 3 ay!
Ne olmuş olabilir ki bu üç ayda?

zagor'un sözü



Bir film izlemiştim, adını oyuncularını unuttum gitti.
Şöyle bir sahne vardı ve fakat. Onu hiç unutmadım:
Latin Amerikada bir mekandır.
Esas oğlan kitleleri arkasına almıştır.
Bir isyan bir devri kapama kıvamındadır.
Ne güzeldir.
Ama bir gazeteci de vardır oracıkta.
Şöyle bir sabitler durumu, kahraman ve arkasındaki kitlesi açısından (aşağı yukarı şöyle):
Şimdi arkanda bir kitle var. Güçlü gibisin. Fakat çok heyecanlanma, bu kalabalıkla birlikte yok olacaksın, der.
Sebebini sorar bunun.
El cevap beni şahsen tatmin etmiştir, film de zaten öylece bitmiştir.
Çünkü, der;
seni ayakta tutacak bir ideolojin yok!

Mısır'a, o civara 'hatta hayatın bizatihi kendisine' bir de böyle baksak...